Ben yazarım.. Yazdıkça iyileşirim. Gittim, çok gittim. Gittikçe yazdım. Saymadım ama onlarca Ülke gezdim. Dedim ya;Avrupa’da gezmek keyifli olabilir, Avrupa’ da sıradan bir gezgin olarak, heyecansız dolaşıyorum . Benim için heyecan ve tutku önemlidir. Beni etkileyen, kendi gerçekliğimden dışarıya çıkmama vesile olan gezilerim var; Afrika, Asya, Güney Amerika gibi. Tıpkı izlediğimiz filmlerde ki gibi; Bir mazlum bir zalim. Bir haklı, bir haksız. Bu Ülkeleri dolaştığım da zalime ve haksızlığa karşı acayip öfke duyuyordum. İçsel yolculuğum daha da zorlayıcı bir hal alıyordu benim için. Başka boyuta taşıyordu idrakımı. İyi bir izleyici, gözlemci ve dinleyici olduğumu düşünüyorum. Dolayısıyle insanlar hikayesini bana anlatıyor. Aramızda çok ilginç bir bağ var. “Hikaye” insan arasında ki bağ kurma dışında insanın kendi özüyle bağ kurmasını sağlıyor. Bu devir de kim dinler ki hikaye. Kimsenin kimseyi görecek hali yok. Yazık! Yaşamak sürekli etkinlik içinde olmak değil ki.. Nasıl anlatırsın? “neyse sen nasıl olsa gideceksin buralardan “diye bitirdiler konuşmalarını. Ümitli olanlar yaşıyor, ümidini yitirenler ölüyordu. Sorgulamasak daha mı iyi olurdu acaba mutlu olma adına. AfganiStan, Pakistan, Filistin, İsrail, Kudüs, Afganistan, Pakistan, Etiyopya, Uganda, Ruanda; gitmek istediğim Ülkeler ve tabii benimle seyahat edecek cesur birini bulduğum da Allah izin veririse bir gün mutlaka bu coğrafyada da hikayeler dinleyeceğim. Ben hayal kurarım ve hayallerim gerçekleşir. Ve öyle de oldu! Bana ne kazandıracak? Belki bir gülümseme, belki bir söz, belki elini tuttuğum için…vb. aman neysee nee.. Ben içsel yolcuğun hırpalayıcı, zorlayıcı olduğunu ama huzuru da beraberınde getirdiğini biliyorum ve inanıyorumç Cemil Meriç’in çok sevdiğim sözü ile yazımı sonlandırmak isterim. “Yaşamak yaralanmaktır. Yaralanmak da güzel. “ – Cemil Meriç,
Kendimizi tanımak… Ruhumuzun mahzenlerinde bizden habersiz yaşayan bir alay misafir var. Berhanenin bazen bir, bazen birkaç odası aydınlık. Işık binanın üst katlarında. Kendini tanımak. Kendini, yani eriyeni, dağılanı, dumanlaşanı. Sen acıların, utançların, zilletlerinle aynısın. Rüyaların, hayallerin dileklerinle bir başkası. Gideceksin. Tanrılar bile rolünü bitiren aktörler gibi kâh birer birer, kâh hep beraber çekiliyor bu sahneden. Senin zavallı gölgen zaman perdesine belki bir kere bile aksetmeden, oyuna katılmaya bir kukla gibi unutulup gidecek.
– Cemil Meriç, Bu Ülke
Fatma ÖNDER / Berlin 2017
Kendimizi tanımak… Ruhumuzun mahzenlerinde bizden habersiz yaşayan bir alay misafir var. Berhanenin bazen bir, bazen birkaç odası aydınlık. Işık binanın üst katlarında. Kendini tanımak. Kendini, yani eriyeni, dağılanı, dumanlaşanı. Sen acıların, utançların, zilletlerinle aynısın. Rüyaların, hayallerin dileklerinle bir başkası. Gideceksin. Tanrılar bile rolünü bitiren aktörler gibi kâh birer birer, kâh hep beraber çekiliyor bu sahneden. Senin zavallı gölgen zaman perdesine belki bir kere bile aksetmeden, oyuna katılmaya bir kukla gibi unutulup gidecek.
– Cemil Meriç, Bu Ülke
Fatma ÖNDER / Berlin 2017